Genel
Golden - Kısa Hikaye - Erkan Kavas
5 yıl önce yazıldı. | Okuma süresi: 6 dk.

Odanın karanlık bölümüne sızan ışıkta beliren Golden, eğer o an onu gören birisi olsaydı muhtemelen altına işeyecek kadar korkutabilirdi.

Odanın bir bölümünden geçilen küçük hücreden sızan ışıktan biraz daha ışık sızdıktan sonra Golden’in yüzünde bir ameliyat maskesinin olduğu ve bunun dışında elleri ve önündeki bulaşık yıkama önlüğüne benzer bez parçasının kan içinde kaldığını görebilirdiniz.

Ayaklarının dibine elinden sızan taze kan şıp şıp damlıyordu. Tam olarak soğuk kış günlerinde binaların çatılarından sallanan buz kütlelerinin öğle saatlerinde güneşi gördükten sonra çözülmeye başlayıp damlaması gibi…

Ayaklarının dibine baktı küçük bir kan gölü oluşmuştu. Bundan hiç memnun olmadığını ameliyat maskesinden sızan kocaman gözlerindeki alevden anlayabiliyordunuz.

Tekrar ışık dolu kısma doğru yöneldi. Arka planda duvarın kenarında kalan masa benzeri bir metal bölümde parçalanmış bir canlı görülüyordu. Biraz daha yakınlaşıldığında bunun Golder’in bu akşam üzeri dışarıda rastladığı sarışın hatun olduğuna inanamazdınız.

Golder yine kendine hakim olamamış ve aylık öldürmeme orucunu tekrardan bozup avına saldırmıştı. Onun dehşet verici bir şekilde parçalayıp, iç organlarına kadar kesmişti. Sarışın hatunun kafası masanın diğer kısmında boş ve donuk bir ifade ile bakıyordu. Muhtemelen Golder kurbanını hiç beklemediği bir anda avlamıştı.

Golden 60 yaşına girdiği bu aylarda halen kendini 20 yaşlarında hisseden bir adamdı. Uzun süredir Newyork sokaklarında hoşuna giden kadınları türlü mazeretler ile kandırıp parçalara ayırıyordu. Parçalara ayırdığı bu bedenlerden kendine özel bazı şeyleri alıp cam kavanozlar içinde saklamak onun en büyük hobisiydi.

Piskopatlık böyle birşey olsa gerek, korkmadan ve usanmadan avladığı bedenleri değip kalan parçaları ise ofisinde şöminede yakıp ısınıyordu. Böylelikle geride bir delil kalmazken soğuk kış aylarında ısınmayı da böylelikle başarıyordu.

Son hazırlıkları yaptıktan sonra bedenden kalan parçaları poşetlere koyup ellerini yıkadı. Kan içinde kalmış önlüğünü çıkarıp önünde kutuya koyan Golden, eline aldığı bir bezle odanın içinde oluşturduğu kan gölünü temizledi. Yaklaşık 10 dakika sonra işlemler tamamlandıktan sonra hücrenin ışığını söndürüp odaya geçti. Hücrenin girişi sanki bundan çok önce yapılmış gibiydi. Yandaki kitaplığı çekerek hücrenin girişini kapattı.

Odada yer alan masasının üstündeki gaz lambasını yaktı ve masasına oturdu. Dışarıdan görenler onu kendi halinde ofisinde yaşayan bir zavallı olarak bileceklerdi. İlerleyen yaşına kireçlenmeye başlayan dizlerine bakınca bunu anlamak hiç de güç değildi.

Ama gerçekler böyle miydi? Hiç sanmıyorum. O tarihlerde Newyork’ta kaybolan genç kızların büyük bir çoğunluğu ile Golder’ın ciddi bir ilişkisi vardı.

Şüphe çekmemek üzerine geliştirdiği teknikler ve insanlara verdiği mesajlar hep karışıktı. Ama kimse bu karışıklığın içinde bu ihtiyarın onlarca kişiyi parçalara ayırıp şöminede yaktığını düşünmezdi.

Masanın üstünde kapalı duran daktilosunu açıp son kurbanı hakkında aklında kalanları yazmaya başladı. Teknik bazı bilgilerden sonra ona iyi niyetini göstermeye çalıştığını da ekledi. Sarışın hatunun sevgilisinden yeni ayrılmış olması onu da üzmüştü. Aslında alkol kullanırken Golden’in içinden onu öldürmeden bırakmak da geçmişti ama yine kendine hakim olamamıştı.

Genç kız Newyork’a geleli 1 yıldan fazla olmuştu. Hiçbir işte ciddi bir başarı gösterememesinin ardında çok uçarı olması neden olabilirdi. Golden uçarı kızları gençliğinden beri çok severdi. Babacan bir tavırla istediği yardım sonrası onu kendi evinde parçalara ayırmıştı. Nasıl bir teşekkürdü ama?

Son noktalarını da daktiloda yazdıktan sonra kağıtları bir araya toplayıp yeni bir dosya yaptı. Tamamlanan dosyaları her zamanki kapının yanındaki raflarda tutuyordu. Bu ofise ondan başka kimse girmediği için bu raflarda ne olduğu konusunda hiç kimsenin fikri bile yoktu.

Dosyalama işlemi bittiğinde neredeyse sabah olduğunu farketti. Sonuçta bu kadar uzun bir cerrahi işlemin 10 dakikada tamamlanması beklenmiyordu. Biraz yorulmuştu ama dışarı çıkıp nefes almak istedi.

Paltosunu ve ardından fötr şapkasını kafasına geçirerek kapıdan çıktı. Sokaklar onundu, kimsesiz sokaklarda sanki yeni büyük bir savaşı kazanmış ordu komutanı gibi yürüyordu. Güneşin doğması yakındaı… Oysa ne farkederdi…

SON


Page generated in 0.0184 seconds.